Haftalık İzin Hakkı’na Hukuki Bakış
ATO Hukuk Bürosu
Çalışanların “izin hakkı” ya da “dinlenme hakkı”; işçi sınıfının tarihsel mücadelesi sonucu ağır bedeller de ödenerek elde edilmiş, siyasi ve sosyal bir kazanım olmanın yanında hukuki bir kazanım olarak bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kabul görmüş ve normatif güvenceye bağlanmış, çalışma yaşamına özgü temel haklardandır. Bu hak kapsamında, mevzuatta “hafta tatili” olarak adlandırılan “haftalık dinlenme/izin hakkı” da yer almaktadır.
Ancak, 10.07.2025 tarihinde kabul edilen ve 14.07.2025 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren “7553 Sayılı Bazı Kanunlarda ve 375 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” adlı bir torba kanunun 9. maddesi ile, 4857 Sayılı İş Kanunu’nun 46. maddesinde yapılan güncel değişiklik, bu hak ve kazanım özelinde son derece ağır bir ihlali yaşama geçirmiş bulunmaktadır.
Bilindiği üzere söz konusu değişiklik ile, 4857 Sayılı İş Kanunu’nun “hafta tatili ücreti” başlıklı 46. maddesine ekleme yapılarak, turizm işletmesi belgesine sahip konaklama tesislerinde çalışan işçilerin anılan hafta tatili hakkı, özünde gasp edilmekte ve asıl olarak işverenin inisiyatifine terk edilmektedir. Buna göre; anılan madde ile işçilere, “yedi günlük bir zaman dilimi içinde kesintisiz en az yirmi dört saat dinlenme (hafta tatili)” verileceği değinildiği üzere temel bir hak ve kazanım olarak hükme bağlanmışken, şimdi ise turizm sektöründe çalışan işçiler için bu sürenin fiilen 10 güne çıkarıldığı, üstelik haftalık çalışmaya eklenen günlerin de “fazla çalışma” olarak kabul edilemeyeceğinin ayrıca tariflendiği görülmektedir. Her ne kadar yeni madde lafzı bu uygulamanın, işçinin talebi ya da onayı ile yaşama geçebileceğini ifade etmekte ise de, uygulamada bunun hiçbir güvence barındırmayacağı da açıktır.
Düzenleme, öncelikle Anayasamızın “insan haklarına saygı temeline dayanan sosyal devlet olma” ilkesine (m. 2), devlete verilen “insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesini sağlama” amaç ve görevine (m. 5), “eşitlik ilkesi”ne (m. 10), devletin “çalışanları koruma ve hayat seviyesini yükseltme” görevine ve özellikle de, çalışanların “dinlenme hakkı”na (m. 50) açıkça aykırıdır.
Bunun yanında düzenlemenin, yine bağlayıcı üst normlar olarak kabulü gereken uluslararası insan hakları belgeleri ve ILO sözleşmeleri ile de çatışma içinde olduğu görülmektedir. Bu nedenle düzenlemenin, yüksek yargı nezdinde değerlendirilip iptali de, beklenen hukuki ve rasyonel sonuçtur.
Bu düzenlemenin, şu an için yalnızca 4857 Sayılı İş Kanunu lafzında ve yalnızca konaklama tesislerinde çalışan işçiler özelinde olması ise, kanımızca diğer çalışma alanlarına/sektörlerine uzanacak sonraki ciddi hak gasplarının da bir habercisidir. Nitekim özellikle kamu sağlık sektöründe; keyfi nöbet dayatmaları, mesai dışı çalışma, mesai dışı poliklinik vb adlarla, çalışanların dinlenme/izin hakkını yok sayan uygulamaların sıklıkla yaşama geçirilmeye çalışıldığı bilinen bir gerçektir.
Belli ki sermaye sınıfı ve sermaye sınıfının çıkar ve taleplerini önceleyen siyasi iktidar, çağdaş hukuk sisteminin kadim kazanımlarını dahi yok sayarak, bir anlamda tarihi geriye doğru yürütme niyet ve çabasındadır. Ancak bilinmelidir ki, özellikle insan hak ve özgürlüklerini formüle edip güvenceye alan hukuk kuralları; gerçekte hukukçular tarafından masa başında kağıt ve kalemle yazılmış ve sonrasında da parlamentolarda oylanıp meşru ve geçerli kılınmış değildir. Hak ve özgürlüklerin normatif karşılıkları, öncelikle ve her durumda halk kitlelerinin kararlı talep ve mücadelesinin bir ürünüdür. Bu nedenle hukuki meşruluğa sahip hak ve özgürlüklerimizi savunmak için mücadele etmek, tek ve gerçekçi yoldur.