Covid-19 Bir İşçi Sınıfı Hastalığıdır

Bir halk sağlığı sorunu olan Covid 19 pandemisinin başlamasından bugüne geçen süreçte salgının etkilerinin en sarsıcı şekilde görüldüğü alanlardan biri de çalışma hayatı oldu. Üretimin durmasının yaratacağı ekonomik kriz kaygısı salgınla mücadelede alınacak radikal tedbirlere engel olurken salgının en ağır seyrettiği günlerde bile çalışanlar sağlık mı iş mi ikilemini yaşamak zorunda bırakıldı. Tüm bu tablo içinde pandeminin başlamasının üzerinden geçen 1 yılda çalışma hayatında nelerin değiştiğini, işçiler ve emekçilerin süreçten nasıl etkilendiğini  İSİG Meclisinden Murat Çakır ile konuştuk.

Sibel Durak 

 Pandemi sürecinde iş cinayetlerinde geçen yıllara göre bir azalma var mı? Covid-19’un iş cinayetlerindeki oranı nedir?

Murat Çakır: 2020 yılında İSİG Meclisi olarak tespit edebildiğimiz kadarıyla en az 2427 işçi iş cinayetlerinde hayatını kaybetti. Ölümlerin 741’i ise Covid-19 kaynaklı. 2019 yılı ile karşılaştırdığımız zaman (Covid-19’u dışında bırakınca) neredeyse iş cinayetlerinin sayısı ve nedenleri aynı durumda: Yine tarım, inşaat ve taşımacılık işkolları en fazla ölümün meydana geldiği işkolları. Yine trafik/servis kazası, ezilme/göçük, yüksekten düşme ve kalp krizi en başta gelen nedenler. Yine 70’e yakın çocuk, 100’ü aşkın göçmen ve 120 kadın ölümü var. Yine iş cinayetleri sanayi şehirlerinde yoğunlaşmış...
Ancak Covid-19 nedenli ölümleri ekleyince Türkiye tarihinin sağlık emekçileri merkezli en büyük ‘işçikırımı’nın yaşandığını görüyoruz. Tespit edebildiğimiz 741 Covid-19 nedenli ölümün 302’si sağlık işkolunda. Takiben en çok belediye, eğitim, büro, fabrika (tekstil-metal), özel güvenlik ve taşımacılık işçileri hayatlarını kaybetti. İşçilerin çok farklı kesimlerinden olan ölümler, tüm işyerlerinde salgına karşı sağlık-güvenlik önlemlerinin alınmadığının veya yetersiz alındığının bir göstergesidir. Yani fiziksel mesafeyi imkânsız kılan üretim-hizmet alanları, beslenme ve ulaşımda iç içelik, dört saatte veya nemlenince-kirlenince maske değişiminin olmaması, düzenli test yapılmaması gibi birçok akla gelen sorunlar yumağı. Tabii, tespit edemediğimiz ‘faal’ işçi ölümlerini ve işçilerin ailelerini, emeklileri de ekleyince ölümlerin yüzde 95’inin işçi sınıfı bileşeni olduğunu görebiliyoruz.  Yani Covid-19 bir işçi sınıfı hastalığıdır.

Geçirdiğimiz 1 yıllık sürece dönüp baktığımızda işçilerin çalışma koşullarında ne gibi değişimler yaşandı.

Salgınla beraber işçiler farklı koşullarda çalışmaya sürüklendi ve buna göre talepler şekillendi. Etkilenme düzeylerini dikkate alarak söylemek gerekirse:

• Zorunlu olarak çalışan ve bu süreçten en çok etkilenen sağlık, belediye, kargo, market, gıda, enerji vb. işçilerinin ana talebi işçi sağlığı ve iş güvenliği önlemlerinin alınması, çalışma saatleri ve ulaşım sorunlarıydı.

• İşsiz kalan veya 1168 TL ücret ile geçinmeye mahkum edilen ticaret, kafe, turizm vb. işçilerinin ana talebi işten atmaların yasaklanması ve ücret desteğiydi.

• Rekabet (tedarik zincirinin devamı) için çalıştırılan metal, lastik, vb. işçilerinin ana talebi çalışmama hakkı ve ücretli-idari izindi.

• Evden çalıştırılan büro çalışanları, öğretmenler vb. işçilerin ana talebi ise çalışma saatlerinin belirsizleştirilmesi, uzun çalışma ve büro giderlerinin eve transferi karşısında boş zaman hakkı ve ek ödemeydi.

Bu tasnif ve taleplerin bir kısmı geçerliliğini korusa da salgının ilk dönemi (Mart-Mayıs), ikinci dönemi (Eylül-Aralık) ve üçüncü dönemi (2021 yılı) arasındaki farklılıkların ortaya çıkardığı sonuçlara uygun ayrıntılı  bir değerlendirme yapmak gerekiyor. Zira koşullar ve talepler değişebiliyor, içiçe geçebiliyor. Ancak bugün işçi sınıfının karşı karşıya olduğu gerçeği şu şekilde de özetleyebiliriz: Ülkemizde özellikle maden işçisi ailesiyle vedalaşmadan işe çıkamaz. Çünkü çalışma koşulları o kadar kötüdür ki her gün madende ölümle yüz yüzedir. Maden işçilerine bu durum sorulduğunda “Aşağıda ölüm var, yukarıda açlık. Aşağıdaki ölüm olasılık, yukarıdaki açlık kesin” derler. Salgın koşullarında işçi sınıfının büyük bir çoğunluğu maden işçilerinin gerçeğiyle -her gün ölümle yüz yüze çalışmakla veya işsiz kalmakla- karşı karşıyadır. İşçi sınıfı mücadelesinin güncel pratiği de tam da bu gerçekliğe odaklanmalı…

3- Çalışma koşullarını somut örneklerle açabilir miyiz?

M.Ç: Salgın, iktidar ve patronlar tarafından ‘fırsat’ olarak görüldü. Özellikle salgının ilk günlerinde, üretimin/hizmetin durması veya yavaşlaması bahane edilerek pek çok işçi işten çıkarıldı. Güvencesiz çalışmanın hakim olduğu konaklama ve inşaat işkolunda yoğunlaşan işten çıkarmaları tekstil, AVM, liman işletmeleri takip etti. Yine kronik rahatsızlığı veya yaşı sebebiyle risk altında bulunan işçiler, ücretsiz izin dayatmasını kabul etmeyen işçiler, işyerinde alınmayan önlemlere itiraz eden ya da ücretli izin talebinde bulunan işçiler ve altı aydan az süredir çalışan işçiler hiçbir hakları verilmeden işten çıkarıldı. Ek olarak, iş akdi fesih edilmese dahi, üretimin/hizmetin durmasından kaynaklı fiili olarak işsiz kalan işçilerin sayısı dikkat çekicidir. Binlerce restoran ve turizm işçisini fiili olarak işsiz bırakan bu durum, geçici ve güvencesiz çalışmanın olduğu bütün sektör ve alanları etkiledi. Özellikle kayıt dışı istihdamın ana kitlesi olan kadın, çocuk ve göçmen işçiler bu süreçte işsiz ve gelirsiz kaldı.

İşsizliğin koz olarak kullanıldığı işyerlerinde ise salgına karşı göstermelik önlemler alınırken üretim baskısı ve kötü çalışma koşulları yoğunlaştırıldı. Bu süreçte işçiler, açlık tehdidiyle çalıştırılırken, başta sağlık çalışanları, kargo emekçileri, market çalışanları olmak üzere pek çok sektörde aşırı ve esnek çalışma dayatıldı. Çalışma süreleri fiilen uzatıldığı gibi, pek çok işyerinde fazla mesai ücreti ödenmedi, işçiler angaryaya zorlandı. İşsizlikle tehdit edilerek uzaktan çalışmanın olduğu yerler de dahil olmak üzere esnek çalışmanın kalıcılaşması üzerine adımlar atıldı.

Talep ve iş yükü artan sektör ve alanlarda ise istihdamı artırmak yerine patronların var olan işçilerle sürdürdüğü aşırı/yoğun ve kuralsız çalışma, işçilerin vücut direncini düşürdü, salgına yakalanmaya daha da açık biçime getirdi. Covid-19’a yakalanan işçilerin olduğu işyerlerinin çoğunda, vaka görülmesine rağmen üretim sürdürüldü, işçilerin yaşamı ile oynandı. Pozitif vakaların çıktığı işyerlerinde, karantinaya alınan diğer işçiler herhangi bir test uygulanmadan evlerine gönderildi, karantinadaki işçilere ise çoğunlukla ücretsiz izin kullandırıldı.

Yani devlet ve sermayenin uyguladığı politikalar salgının bedelini işçilere çıkarmış oldu. Pandemi sürecinde alınması gereken önlemlerin bireysel önlemlere indirgendiği ve “evde kal”, “sosyal mesafe”, “kendi ohalini ilan etme” çağrısı gibi söylemlerin yaşamak için çalışmak zorunda olan ve evde kalamayacak olan milyonlarca işçiyi ve ailelerini kapsamadığı bir gerçekti. İşçi sınıfına “şantiyede ol”, “fabrikada ol”, “markette ol”, “tersanede ol” denmeye devam edildi. İşçilerin açlık tehdidiyle zorla çalıştırılması, salgın sürecinin en önemli gasplarından biri oldu. İçişleri Bakanlığı tarafından yayımlanan genelge ile ilan edilen sokağa çıkma yasaklarında fabrika ve işyerlerinin büyük bir kısmı yasaktan muaf tutuldu.

Salgın sürecine ayrılan kaynakların nasıl kullanılacağına ilişkin “Ekonomik İstikrar Kalkanı Paketi”, yaş sınırlamalı sokağa çıkma yasağı, 20 yaş altına uygulanan sokağa çıkma yasağının işçilerde istisna olması, şehirler arası geçiş yasağında işçilerin istisna tutulması, işçi eylemlerini yasaklayan valilik kararları, işyerinde alınmayan önlemleri deşifre eden sendikacıların gözaltına alınması gibi uygulamalar üretimin her koşulda devam ettirileceği bir politikayı net bir biçimde ortaya koydu. Salgın dönemi, hem üretim ilişkilerinde hem siyasi karar alma süreçlerinde mevcut sınıfsal ayrımı keskinleştirdi ve görünür kıldı...

5- Salgın sürecinde iktidarın emekçileri korumak için verdiği destekler konusunda neler söyleyebilirsiniz.

M.Ç: Salgın sürecinde milyonlarca emekçi işsiz kaldı, ücretsiz izine çıkarıldı veya enflasyon sonucu alım gücü düştü. Yine sigortasız çalışanlar özellikle kadın, çocuk ve göçmen işçilerin durumu ayrı bir muamma. Bu tablo karşısında Türkiye’de emekçiler neredeyse hiç desteklenmedi diyebiliriz. DİSK-AR’ın konuyla ilgili hazırladığı rapora göre “Zengin ülkeler vatandaşlarına gayri safi yurt içi hasılalarının yüzde 12,7’si düzeyinde nakit harcama ve gelir desteğinde bulunurken, orta gelirli ülkelerde bu oran yüzde 3,6, yoksul ülkelerde yüzde 1,6’dir. Türkiye’de ise yüzde 1,1’dir.” Yani Türkiye, Meksika ve Arnavutluk ile birlikte nakit harcama ve gelir desteğini en az sağlayan üç ülkeden biridir. Nakit destek için bütçeden pay ayrılmayan Türkiye’de yapılan toplam 42,8 milyar TL’lik nakit transferin 35 milyar TL’sinin işsizlik sigortası fonundan karşılanması da ayrı bir tartışma konusudur.

6- Bu dönemde eğitim, büro, banka, iletişim gibi birçok sektörde evden çalışma yaygınlaştı? Bu gelişmeyi nasıl değerlendirebiliriz?

M.Ç: Evden ya da uzaktan çalışmanın dört yüzyıllık bir tarihi var. İşçi, evinde bir patron için üretim yapardı. Ancak verimliliğin düşüklüğü ve denetimsizliği gerekçeleriyle atölye ve fabrika sistemi belirleyici üretim alanları haline geldi. Ancak son 40 yıldır uygulanan neo-liberal politikalarla beraber (teknolojinin emek üzerindeki denetimi artırması, emeğin vasıfsızlaştırılması vb.) bir güvencesiz çalışma biçimi olarak yeniden yaygınlaşmaya başladı. İşin eve taşınması sadece verimliliği arttırarak emek maliyetini azaltmakla kalmadı; işletmelerin kira, elektrik, yemek, ulaşım, internet gibi giderlerinin de çalışanların üzerine yıkılmasını sağladı.

ILO’nun “Covid-19 Ortamında ve Sonrasında Uzaktan Çalışma Uygulama Kılavuzu”na göre pandemi ile beraber hizmet sektörünün önemli bir bölümünde neredeyse zorunlu hale getirilen evden çalışma, Avrupa genelinde neredeyse iki katına yani yüzde 40’lara çıktı. Finlandiya gibi Kuzey Avrupa ülkelerinde ise yüzde 60’a ulaştı. Türkiye’de ise Koç ve Sabancı grupları evden çalışmanın özellikle bankacılık sektöründe önemli bir oranda kalıcı hale getirileceğini açıkladı.

Pandemi süreci ile birlikte evden çalışmanın gördüğümüz bazı sonuçlarına bakarsak: Çalışma saati kavramı kalmadı, bilgisayar ve cep telefonları ile zoom bağlantıları vasıtasıyla sabahın erken saatlerinden gece geç saatlere kadar yayılan ve artı bir ücret alınmayan mesai saatleri oluştu. Elektrik, su gibi temel giderler çalışanların bütçelerinden karşılandı. Kadınların evden çalışması, ev içi işlerdeki yoğunluklarını daha da artırdı. Evden çalışma ile sosyalleşme ortadan kalktı ve bu dayanışmanın, örgütlenmenin önündeki önemli bir engel olarak belirdi...

 Son olarak pandemi ile birlikte işten çıkarmak yasaklandı ancak işverenlerin Kod 29 ile bu yasağı deldiğini görüyoruz. Kod 29 nedir, nasıl işletiliyor, işçiler bu duruma karşı ne yapabilir?

M.Ç: Kod 29’a bağlı olarak bir konuya değinmek istiyorum. İşçi sınıfının karşı karşıya kaldığı saldırılardan birisi de ‘ücretsiz izin’ uygulaması. Ücretsiz izin ile işçilere aylık 1168 Lira net ücret İşsizlik Fonu’ndan karşılanarak ödenmekte ve bir ay boyunca işçinin bu ücretle geçinmesi beklenmektedir. Yine bu uygulamayla işçilerin kıdem, ihbar tazminatı hakları dondurulmakta ve SGK emeklilik primleri ödenmeyerek daha geç emekli olmaları da dayatılmaktadır. İşten çıkarmaların yasak olduğu salgın sürecinde milyonlarca işçi patronlar tarafından ‘ekonomik koşullar’ gerekçe gösterilerek ücretsiz izne çıkarıldı. Oysa asıl amaç işçi sınıfının her türlü itirazını engellemeye ve sendikalaşmanın önüne geçilmesine dayalı sermaye politikalarının uygulanmasıdır.

Kod 29 genelde ücretsiz izin uygulamasını takip eden bir işten atma saldırısıdır. İş Kanunu’nun 25/2 Maddesine dayandırılarak Kod 29 ile işten atmak salgın döneminde yaygınlaştırılarak kalıcı hale getirildi. “Ahlak ve iyi niyet kurallarına uymayan haller ve benzerleri” gerekçesiyle suçlanan işçiler, SGK’nin kodlamasına göre Kod 29 ile işten çıkarılıp tazminatları verilmiyor. Kod 29’la atılan işçiler adeta fişlenmiş oluyor ve başka işlere girmeleri de neredeyse imkansız hale getiriliyor. Yani, patronlar işçilere uzun ve yoğun çalışma saatleri dayatmakta, hakaret etmekte, örgütlenmesinin önüne her türlü engeli koymakta ve ölümüne çalıştırmaktadır. Karşı çıkan işçileri ise ya ücretsiz izne yollamakta ya da Kod 29 ile işten atmaktadır. Ancak bizim için işsizlik-açlık sopasıyla ölümüne çalışma koşullarına boyun eğmekten başka bir yol var: Ölümüne çalışmaya karşı direniş ve dayanışma...