Sağlıkta Şiddet, Müjdeler ve Samimiyet

Paylaş:

Av. Ender Büyükçulha

ATO Hukuk Bürosu

Keşke böyle söylememiş ya da söylesek de abartmış olsaydık, ama işte “sağlıkta şiddet”, halen son derece yakıcı bir sorun başlığı olarak gündemimizdeki yerini koruyor, canımızı yakıyor. “Sağlıkta şiddet”in önlenmesi amacıyla, caydırıcılığı arttıracak gerekli yasal düzenlemelerin yapılmasına yönelik talepler de, aynı şekilde öteden beri hep gündemimizdedir.

Sağlık Bakanlığı tarafından bu yolda yakın zamanda verilen bir “müjde” ve devamında TBMM’de kabul edilerek yasalaşan 7406 Sayılı Yasa (tam adıyla “7406 Sayılı Türk Ceza Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”), bu yazının asıl konusu olacak.

Ancak, 7406 Sayılı Yasa’yı konu edinen bu yazı, söz konusu yasal düzenleme ile getirilen kimi kazanımlar, olanaklar konusunda siz değerli okurları bilgilendirmek, böylelikle az da olsa sizi rahatlatmak yerine; “sağlıkta şiddetin önlenmesi” açısından iktidarın, samimiyet testinden hala bir türlü geçemediği gerçeğini ortaya koymayı önceliyor.

Sağlık Bakanlığının “müjde”lediği 7406 Sayılı Yasa, 12.05.2022 tarihinde yasama organında kabul edildi ve 27.05.2022 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlük kazandı. Yasa, asıl olarak iki maddesinde (7. ve 9. maddelerde), “sağlıkta şiddet” açısından bir caydırıcılık yaratma iddiasındadır.

Yasanın 7. maddesi, 5237 Sayılı Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) 113. maddesinde düzenlenen “kamu hizmetlerinden yararlanma hakkının engellenmesi” suçuna bir ekleme (2 nolu fıkra) yapmakta. Buna göre; bu suçu tanımlayan “cebir veya tehdit kullanılarak ya da hukuka aykırı başka bir davranışla, bir kamu faaliyetinin yürütülmesine ya da kamu kurumlarında veya kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarında verilen ya da kamu makamlarının verdiği izne dayalı olarak sunulan hizmetlerden yararlanılmasına engel olunması” eyleminin mevcut hapis cezasında, eğer ki bu eylem “sağlık hizmeti” sunumu nezdinde gerçekleşir ise, bir artırım yapılacaktır.

Sağlık çalışanlarına yönelik şiddet eylemlerinin, şiddete maruz kalan sağlık çalışanı nezdinde doğurduğu kişisel mağduriyet yanında, çoğu zaman sunulmakta olan sağlık hizmeti nezdinde de aksamalara yol açtığı, sağlık hizmeti sunumuna olumsuz etkide bulunduğu, elbet ki söylenebilir ve bu haliyle söz konusu yasal düzenlemenin, sağlıkta şiddetin önlenmesi ve caydırıcılığın artırılması yolunda olumlu bir adım olduğu da kabul edilebilir.

Nitekim, 7406 Sayılı Yasa’nın anılan 7. maddesine yönelik bizzat Sağlık Bakanı tarafından yapılmış açıklamalar da, niyetin/amacın bu olduğunu dile getirmekte. Öncesinde birçok hukukçu da, anılan 113. madde özelinde yapılacak bu ve benzeri düzenlemelerin, sağlıkta şiddete karşı yasal caydırıcılığın sağlanmasında önemli ve işlevli olabileceğini söyleye gelmiş durumdadır.

Ancak kanımca bir sorun, en azından bir tuhaflık da var bu işte …

Öncelikle, sağlıkta şiddet olayları nezdindeki somut uygulamalara, daha açık ifadesi ile adli tasarruflara bakıldığında; TCK’nın 113. maddesinde düzenlenen “kamu hizmetlerinden yararlanma hakkının engellenmesi” suçunun neredeyse hiç gündeme gelmediği, sağlıkta şiddet olaylarına yönelik savcılıklar tarafından düzenlenen iddianamelerde ve süren ceza yargılamalarında söz konusu suç düzenlemesinin sürekli gözden kaçtığı, bilinen bir durumdur.

Bu durumun nedeni olarak da, yasadaki suç düzenlemesinin (madde lafzının) barındırdığı genel ve soyut ifadelerin ve belirsizliklerin katkısı şüphesiz yadsınamaz ve “tipiklik” (basitçe; somut olay/eylem ile norm lafzı arasındaki uyum) açısından ortaya sorunlu bir yapının çıktığı kolaylıkla söylenebilir. Özellikle suçun “faili” ve “mağduru” nezdindeki “belirsizlik” ya da herkesi kapsamaya son derece elverişli olan muğlak durum, öte yandan özgün bir kastın (failin hizmeti engelleme amacı ile davranmış olması) aranıyor oluşu, buna fazlasıyla olanak vermekte. Hatta bu nedenle birçok hukukçu, TCK m. 265’de yer bulan “görevi yaptırmamak için direnme” suçunun, sağlıkta şiddet olaylarında normatif zeminde kullanıma daha uygun olduğunu da sıklıkla dile getirmektedir.

Daha basit ve doğrudan ifade edelim; aklımızdan geçeni, korku ve kaygılarımızı apaçık yazıya dökelim ve soralım; “sağlıkta şiddet” konusunda “müjde” vermek ve bu kapsamda etkin, caydırıcı bir yasal düzenleme yapmak isteseydiniz, aklınıza öncelikle TCK madde 113 mü gelirdi?

Peki, ceza yasasında öteden beri zaten var olan bu suç tipi, bu güne kadar akıllarına hiç gelmemiş olan savcı ve yargıçları ne yapacaksınız?

Sözün özü; somut şiddet olaylarında hiç uygulanmayacak bir ceza yasası maddesinin/suç düzenlemesinin cezasını arttırmak, ne kadar fayda sağlar ki?

Daha da ileri gidelim, müsaadenizle bir “paranoya”ya teslim edelim kendimizi ve söz konusu suç düzenlemesindeki değindiğimiz sorunlardan da yola çıkıp düşünelim; sosyal/ekonomik hakları için iş bırakan sağlık çalışanları, şimdi “sağlık hizmeti” nezdinde cezası da arttırılmış olan bu suç düzenlemesinin hedefi olabilir mi?

Gelin, TCK m. 113’ü tekrar okuyalım; “… bir kamu faaliyetinin yürütülmesine ya da kamu kurumlarında verilen hizmetlerden yararlanılmasına engel olunması…” ve şimdi “müjde”miz olan “Suçun konusunun sağlık hizmeti olması hâlinde, verilecek ceza altıda biri oranına kadar artırılır” cümlelerinin altını çizelim.

Hemen sonra, Sağlık Bakanlığı’nın 25.02.2022 tarihli şu malum yazısını da hatırlayalım, hani şu “göreve gelmeme/iş bırakma eylemleri” konulu yazıyı. Hatırlarsanız orada bakanlık, son derece meşru hak ve talepleri için toplu eylem hakkını kullanma hazırlığında olan sağlık çalışanlarını tehdit etmekte, onları yasadışı olmakla itham etmekte ve “vatandaşlara sunulan (sağlık) hizmetinin hiçbir gerekçeyle engellenmesi mümkün değildir”, “Devlet (kamu) hizmetlerinin ve işlerinin yavaşlatılması veya aksatılması sonucunu doğuracak eylem ve hareketlerde bulunmak yasaktır” demekteydi.

 İster misiniz, TCK m. 113’de şimdi “sağlık hizmeti” nezdinde ağırlaşan cezai yaptırım; bir sağlık çalışanına şiddet uygulayan failin değil de, hak ve kazanımları için iş bırakan bir sağlık çalışanının başına dert olsun?

Öyle ya, TCK m. 113, savcıların aklına ne zaman ve kim için gelir kim bilebilir ki?

Eğer ki değerli okurlar içinde, bu değerlendirmeler ile “öküz altında buzağı aradığımızı”, haksız ve yersiz bir eleştiriye yöneldiğimizi düşünen varsa; lütfen az bekleyiniz, “müjde”nin yani 7406 Sayılı Yasa’nın bir de 9. maddesi var daha.

Yasanın 9. maddesi ise, 5271 Sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun, kabaca “tutuklama tedbirine karar verilebilecek durumları” düzenleyen 100. maddesine yine bir eklemede (“j” bendi olarak) bulunuyor.

Buna göre; “Sağlık kurum ve kuruluşlarında görev yapan personele karşı görevleri sırasında veya görevleri dolayısıyla işlenen kasten yaralama suçu”, artık şüpheli (suçun olası faili) hakkında bir “tutuklama kararı verilmesini haklı ve hukuki kılacak” nedenler içinde değerlendirilecektir.

Yeterli olmasa da, tek başına bir “çözüm” yetkinliği taşımasa da, şüphesiz önemli bir düzenleme; peki öyleyse neden bunu da, söz ettiğimiz “samimiyet testi” açısından bir olumsuzluk olarak ele alalım ki?

Çünkü; yaklaşık 8 yıl önce çıkarılan ve 3359 Sayılı Sağlık Hizmetleri Temel Kanunu lafzında değişiklik yaparak, bu yasaya bir ek madde (Ek m. 12) getiren 6514 Sayılı Yasa (m. 47); aynen şu hükmü içermekteydi; “Sağlık kurum ve kuruluşlarında görev yapan personele karşı görevleri sırasında veya görevleri dolayısıyla işlenen kasten yaralama suçu, 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 100. maddesinin üçüncü fıkrası kapsamında tutuklama nedeni varsayılan suçlardandır”.

Hayır, yanlış okumadınız. Ama yine de basitçe ifade etmek gerekirse; “Sağlık kurum ve kuruluşlarında görev yapan personele karşı görevleri sırasında veya görevleri dolayısıyla işlenen kasten yaralama suçu”, görüldüğü üzere zaten 2014 yılından bu yana bir “tutuklama nedeni” kabul edilmekteydi.

Şimdi, bakanlığın “müjde”lediği 7406 Sayılı Yasa, bu durumu yeniden bir kural haline getirdi. Tabi 7406 Sayılı Yasa bunu yaparken, 3359 Sayılı Sağlık Hizmetleri Temel Kanunu lafzında 2014 yılından bu yana var olan maddeyi kaldırıp, bunu 5271 Sayılı Ceza Muhakemesi Kanununda yeniden yazmış oldu.

İşte “müjde” denilen budur.

Hani, ne zamanki anketlerde iktidarın oy oranı düşse ya da seçimler yaklaşsa, devlet görevlileri ülkenin dört bir yanında temel atma törenlerine, açılışlara koşarlar; ancak temeli atılan ya da açılan o tesisler, aslında zaten defalarca temeli atılmış ya da açılmış aynı tesislerdir ya! Bu çarpık anlayışın belli ki şimdi de doğrudan hukuk alanına uyarlanması; zaten yasada var olan bir kuralın, o yasadan silinip, başka yasada yeniden yazılması ile karşı karşıyayız.

Tabi, biraz da zorlayarak kendimizi, yapılan bu düzenlemenin şöyle bir faydası olduğunu yine de söyleyebiliriz; özünde ceza muhakemesi disiplinine ait bir enstrüman (hukuki ifadesi ile “koruma tedbiri”) olan “tutuklama”ya dair böylesi bir ek düzenlemenin; ceza muhakemesi disiplini ile çok da alakalı olmayan bir yasa (3359 Sayılı Sağlık Hizmetleri Temel Kanunu) yerine, şimdi doğrudan 5271 Sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu (CMK) lafzına alınması; “hukuk/yasa tekniği” açısından daha yerinde bir yaklaşımdır.

Ancak bu durum da olsa olsa hukukçular için bir “müjde” olmaz mı? Kütüphanelerinde bulunduracakları yasa kitaplarının sayısı azalmış olur mesela … Peki bu düzenleme, sağlıkta şiddet kıskacında olan sağlık çalışanları için ne kadar yeni, değerli ve anlamlıdır?

Yine de -her kelimesinde bir kötümserlik yer alan bu yazının sonuna da yaklaşmışken-; eğer bir teselli olacaksa, sırf “yasaları” konu edinen sözde “müjde”lerin, aslında çok da sorunları çözme yeteneğine, doğası gereği en baştan sahip olmadığını iddia edebiliriz. Diğer bir ifade ile, yasada yapılan değişiklik çok da beklendiği gibi olmasa da sorun yok, zaten bu sorunu tek başına yasalarla çözmek de yanlış.

Neden mi?

 Ceza hukuku disiplini, özünde bir “yaptırım hukuku” olarak değerlendirilir. Kimi hukukçulara göre, toplumsal düzene yönelik tehdit oluşturan kimi ağır hukuka aykırılıkların (suçların), ceza hukukunun o denli ağır yaptırımları (cezalar) ile en baştan caydırılması, böylece de toplumsal düzenin güven içinde devamı amaçlanır. Bu geleneksel görüşü savunan hukukçulara göre, ceza hukukunun (suç ve ceza düzenlemelerinin) var olmadığı bir toplumsal düzen düşünülemez; çünkü onlara göre insanlar, özünde suç işlemeye her zaman meyilli, vahşi, barbar canlılardır. Bu nedenle ceza hukuku aynı zamanda bir “korku” hukukudur; “cezai yaptırımları” aracılığıyla insanların yüreğine en baştan saldığı o büyük korku ile onları düzen, ahlak, hukuk sınırları içerisinde tutmaktadır.

Bu geleneksel anlayışı eleştiren ve tarihsel akışta daha yenilikçi kabul edebileceğimiz diğer bir görüş ise; yaptırımların korkutucu ve caydırıcı gücü yerine, insanları/toplumu suça iten nedenleri öne alıp değerlendirmeyi tercih eder. Bir nevi “önleyici hekimlik/sağlık hizmeti” misali, suçu doğuran kültürel, ekonomik, siyasal vb. nedenler tespit edilip ortadan kaldırıldıkça, zaten en baştan suç eylemleri büyük ölçüde önlenecek, dolayısıyla yaptırımlara da o kadar ihtiyaç kalmayacaktır. Belirtmek gerekir ki, günümüzde sahadan elde edilen veriler de çoğunlukla bu anlayışı doğrulamaktadır. Örneğin; suçlara ön görülen ceza miktarları son derece düşük olan gelişmiş İskandinav ülkelerinde, suç oranları da son derece düşüktür. Aksine, son derece ağır cezai yaptırımlar, hatta ölüm cezalarına hukuk sisteminde yer veren kimi az gelişmiş ülkelerde ise; yoğun biçimde işlenen suçlar, günlük hayatın olağan bir parçası olmuş durumdadır.

Sizce hangi görüş daha doğru, daha rasyonel?

“Eğer hekime, sağlık çalışanına saldırıp darp edersen, seni tutuklayabilirim, ona göre!” yaklaşımı mı? Yoksa; hekimleri, sağlık çalışanlarını toplum nezdinde değersiz kılan, küçük düşüren, ötekileştiren, onları bir nevi toplum düşmanı gibi gösteren, hedef kılan egemen söylemi engellemek mi?

Hangisi gerçekten bir “müjde” olabilirdi?

Zaten yasada 8 yıldır var olan bir caydırıcılık kuralını şimdi yeniden yazmak mı? Yoksa; hekimleri, yegane amaçları daha çok para kazanmak olan maddiyatçı, bencil özneler olarak damgalayıp, peşinden de “Varsın giderlerse gitsinler” diyenlerin; artık susmasını, en azından daha aklı başında, makamına yaraşır biçimde konuşmasını sağlamak mı?

Üstelik, yasalara dair o çokça bilinen sözü de (Montesquieu’ya ait olduğunu hatırlıyorum) unutmamalı; “En kötü yasa dahi, iyi uygulayıcıların elinde adalet getirir; en iyi yasa ise, kötü uygulayıcıların elinde zalimdir”.

Bu nedenle; gerçekte sorun mevzuatta da değil; en azından yeni yasalar çıkarmak, daha ağır cezalar vermek bu işin tek çaresi, çözümü de değil desek, çok mu yanlış bir değerlendirme yapmış oluruz?

Hele ki o yasaları yapanlar, böyle yaptıkça; hele ki her bir “müjde”leri, samimiyet testinden kalıp, bizler için bir “sükut-u hayal” oldukça…

Bu yazının son sözünü, “sağlıkta şiddet”e ve daha nice yakıcı toplumsal soruna karşı kanımca sahip olduğumuz en önemli ve değerli olanaklarımızdan birini yeniden hatırlatmaya ayıralım; “dayanışma”!

ATO Hukuk Bürosu, dün olduğu gibi bugün de, maruz kaldığınız şiddet eylemleri karşısında siz değerli hekimlerimizle dayanışma içinde olmaya, gerekli hukuki katkı ve desteği sunmaya hazırdır. Sağlıklı ama şiddetsiz günleriniz olsun…