Yılların emeği bir soruşturmayla yok edildi

Tıp fakültesini bitirip yıllarca emek verdikleri, hayalini kurdukları mesleğe atılacakları günü bekleyen yüzlerce hekim güvenlik soruşturması engeliyle mesleklerini yapmaktan men edildi.

OHAL kapsamında 29 Ekim 2016 tarihinde çıkarılan 676 sayılı Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile kamu personeline güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması yapılması şartı getirildi. Tıp fakültelerinden mezun olup mecburi hizmetlerini yapmak için atama bekleyen doktorlar da güvenlik soruşturmasına alındı. Soruşturmaları olumsuz sonuçlananlara Sağlık Bakanlığı tarafından “657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 48’inci maddesinin birinci fıkrasının (A) bendindeki atama şartlarını taşımadığınız anlaşıldığından, atamanız yapılamamıştır” yazısı gönderildi.

Güvenlik Soruşturması olumsuz sonuçlandığı için ataması yapılmayan hekimler, özel sağlık kuruluşlarında ve özel hastanelerde çalışabilmek için Sağlık Bakanlığından mecburi hizmet yükümlülüğünden muafiyet talep ediyorlardı. Ancak muafiyet belgelerinin verilmesinde Mart ayından itibaren sıkıntılar yaşanmaya başlandı. Mecburi hizmetlerini yapamayan hekimlere Sağlık Bakanlığından aldıkları muafiyet belgesinin verilmemesi onlar için özel sektörün de kapılarını kapadı. Tüm emekleri karşılığında almaya hak kazandıkları diplomaların işlevsiz kılınması hekimleri ya mesleği bırakma ya da kaçak çalışma yollarına başvurma mecburiyetinde bıraktı.

Tüm bunların yanında Hükümetin  Meclis’e sunduğu “Sağlıkla İlgili Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi” kamu görevinden çıkarılan veya güvenlik soruşturması sonucuna göre kamu görevine alınmayan tabipler ve diş tabiplerinin meslek icralarına ilişkin yeni kurallar getiriyor. İhraç edilen ya da atanamayan hekimlerin açlıkla cezalandırılması anlamına gelen düzenlemeye göre bu durumdaki hekimler sadece sosyal güvenlik kuruluşu ile sözleşmesi bulunmayan sağlık kuruluşlarında veya muayenehanede çalışabilecek ve düzenledikleri raporlar yargı kararlarına ve idari işlemlere esas alınmayacak. Ayrıca Devlet hizmeti yükümlüsü olanlar, birinci grup ilçe merkezleri için belirlenen Devlet hizmeti süresi kadar müddetle mesleklerini icra edemeyecekler.

Tasarının yasalaşması, tıp fakültesi gibi zor ve meşakkatli bir eğitimi tamamlayıp sağlık hakkı için sahada rol alması gereken nitelikli hekimlerin kaybedilmesi anlamına geliyor.

Mevcut durumda güvenlik soruşturmalarının mağdur ettiği, mesleğini yapmaktan men edilen hekimler yaşadıkları sıkıntıları Hekim Postası’na anlattılar.

***

Merhaba,

Size bir idealistin memleketini bırakarak başka ülkeye gitmek zorunda olduğu bir hikaye anlatacağım.

Daha tıp fakültesinin ilk yılında, daha neyin ne olduğunu anlamadan ottan püften sebeplerle gözaltına alındım. İdealizmime ilk baltayı yemiştim ama 4 günlük gözaltı sona erdikten 3 gün sonra final sınavından 88 aldım. İkinci sınıfta TUS diye bir sınav var dediler, onun için dershaneye gitmek gerekiyor. Bayağı da pahalı bir tutarı varmış. Neyse, sonraki 4 yıl boyunca dershanenin broşürlerini dağıtarak dershaneye ücretsiz kaydoldum. 5. Sınıfta TUS’a hazırlanmaya başladım ki hiç insani değildi bu süreç. Yaklaşık iki yıl kendimce ders çalıştım ki tek hayalim kopan kolları, bacakları, parmakları dikebilecek bir plastik cerrah olmaktı.

Okul bitmeden TUS’a girmiştim. Daha intörnlük döneminde girdiğim TUS’la bile plastik cerrahi kazanabiliyordum. Okul bitince de girdim ve kazandım. Ama sonra kara bulutlar dolanmaya başladı.

İlkin, güvenlik soruşturmasından dolayı Devlet Hizmet Yükümlülüğü atamam, daha sonra da plastik cerrahi uzmanı eğitimi almam güvenlik soruşturması ile engellendi.  Bu arada her TUS ile ortalama 30 kişi plastik cerrahi eğitimi hakkı kazanabiliyor. Tek çare Almanya’ya gidip orada kariyerime devam etmekti. İlk önce hocalarımdan referans mektubu istedim. Sağolsun iki tanesi yardımcı oldu ama bu isteğimi kıran bir hocama buradan sitem etmek istiyorum…

Milyon tane zorlukla Almanya’da bir üniversitenin Almanca kursuna kaydoldum. Yeni bir dünyaya gelmek gibi bir şeydi benim için. Daha önce hiç aklıma getirmediğim bir hadiseydi Almanya’ya gitmek. Bilseydim TUS’a çalışacağıma Almanca’ ya çalışırdım.

Bir anda kendimi plastik cerrahi asistanlığı yerine restorantta bulaşık yıkarken buldum. Sonradan alıştım doktorluk yapmak yerine daha sıradan işler yapmaya. Bu aralar bir el cerrahi bölümünden kabul aldım. Memlekette plastik cerrahinin yandalı olur kendisi. Kısmetse dil eğitimimi tamamlayıp biraz geç de olsa el cerrahisine başlayacağım. Sonra da Sınır Tanımayan Doktorlara katılarak kariyerimi taçlandırmayı düşünüyorum.

***

Keşke KHK’lı olsaydım!

Yıl 2018. KHK’lılardan insanların vebalı gibi kaçtığı, bırakın kendilerini, ailelerinin bile dışlandığı bir dönem. Böyle bir devirde KHK’lı olmayı kim ister. İnsanın “keşke KHK’lı olsaydım” demesi için aklını kaçırmış olması gerekir. Ancak bu temennide olan, unutulmuş bir avuç doktor var. Devletin mecburi hizmet yapmadan mesleğini yapamazsın dediği ancak “sakıncalı” bulduğu için mecburi hizmete göndermediği hekimler. KHK’lı doktorlar için yasal düzenleme yapıldığı için onlar mesleklerini icra edebiliyorlar. Ancak “ataması yapılmayan ve muafiyet verilmeyen doktorlar” mesleğini icra edemiyorlar. Ellerinde bir işe yaramayan tıp diplomasıyla seslerinin duyulmasını istiyorlar. Bu doktorların hepsi parasız mecburi hizmet yapmaya bile razıyken, Bakanlık “sakıncalı” bulduğu için onları atamıyor. Nedir bu sakınca diye Bakanlığı mahkemeye verdiklerinde, devlet sırrı diyerek sebebi mahkeme ile paylaşmıyor. Muafiyet verilmiyorsa, bu insanlara sözleşmeli personel olarak kolaylıkla mecburi hizmet yaptırılıp sonrasında çalışma izni verilebilir. Bu insanların mecburi hizmetine devletin ihtiyacı yoksa da gün geçmeden çalışma izinleri verilmelidir.

***

Tıp fakültesini bitirip atama heyecanıyla tebligatımı beklerken  “657 sayılı KHK’yla  güvenlik soruşturması gereği atamaya haiz olmadığınız gerekçesiyle…” yazısıyla karşılaşan yüzlerce hekimden sadece biriyim. Yıllarca emek verip çocukluğumdan beri yapmak istediğim mesleğe tıp fakültesine girişimle birlikte ilk adımımı attığım günü hala hatırlıyorum. Bu mesleği insan hayatına duyduğum saygıdan ve insanın en temel haklarından biri olan sağlık hakkına hizmet etmek için seçmiştim. Bu yolda yürürken geçirilen sayısız yorgun günlerin, sınavların ardından üniversitemin takdir ettiği diplomamı kazandım. Çerçeveletip asılan o diplomanın nasıl bir anlamı olduğunu Hipokrat yeminini okuyan herkes az çok anlayabilir. Fakat yayımlanan KHK ile uygun görülen şey o diplomanın bir kağıt parçasından daha değerli olmadığıdır. Elimizden geleni yapıp halkımıza hizmet verebilecek kapasitede olduğumuz yine kendi meslektaşımız olan emektar hocalarımız tarafından tescil edilmişken bizi buna uygun görmeyerek atama yapmamak en başta vatandaşın sağlık hakkına vurulmuş bir darbedir, bizim hayatımıza vurulan darbenin yanında. Maddi durumum ailem çalıştığı için yeterli düzeyde olması mağduriyetimi maalesef ki değiştirmiyor. Çünkü birçok arkadaşım çoktan mesleklerine atılıp her geçen gün ilerlerken benim elimden gelen yapılan bu yanlışın düzeltilmesini beklemek. Kendimizi mesleğimizde geliştirebileceğimiz en verimli yıllarımızda üstelik bağlı bulunduğumuz Bakanlık tarafından evlerimizde işsiz güçsüz bırakılmamız ve deyim yerindeyse yok sayılmamız her şeyden daha üzücü bir durum. Bize sunulan hiçbir gerekçe olmaması da cabası…